YÜZ BİN KRALLIK (THE HUNDRED THOUSAND KINGDOM) by N.K. JEMISIN
Etiketler:
dex,
dex yayınları,
doğaüstü,
epik,
fantastik,
gizem,
kitap,
miras üçlemesi 1,
n.k. jemisin,
nahadoth,
sieh,
yeine,
yüz bin krallık
Tanıtım:
Ya iki ruhun olduğunu keşfetseydin?Tanrılar ve faniler, güç ve aşk, ölüm ve intikam.
Yeine, Kuzey Tepeleri’ndeki vahşi Darr halkının reisi. Annesi, hanedanın merkezi Göksaray’a çağırıldıktan sonra gizemli bir şekilde öldü. Yeine’in matemi sürerken tüm evreni yöneten büyükbabası Kral Dekarta, Yeine’i vârisi ilan etti. Ama Yüz Bin Krallık’ın hükümdarı olabilmek hiç de kolay değil. Yeine kendini Tanrılar ve büyülerle dolu zorlu bir mücadelenin içinde buldu.
Yeine’in tek istediği annesini kimin öldürdüğünü bulmak ve intikamını almak. Bunun için de Göksel Üçlü’nün neden savaştığını çözmesi gerekiyor. Karanlık Tanrı Nahadoth, Aydınlık Tanrı Itempas ve Alacakaranlık Tanrısı Enefa ona bu savaşta hem yardımcı hem de rakip olacak, Yeine Tanrılara bile güvenmemeyi öğrenecek ve aşk, onu hiç beklemediği bir anda kıskıvrak yakalayacak.
Miras üçlemesi serisinin ilk
kitabıdır!
Kitap kesinlikle
muhteşemdi. Açıkçası okurken olayların böyle gelişip, kendini bana bu kadar
sevdireceğini ve benim de onu bu kadar beğeneceğimi çok beklemiyordum. Tamam,
başkalarından yorumları okumuştum ama ne bileyim. Sandım ki “vay be, müthişti
arkadaş! Neyse hadi diğer kitaba geçeyim artık” tarzında diyeceğim. Tabi ki de
böyle demedim, bitince bir boşluğa düştüm. Keşke elimin altında devamı olsa da
okusam dedim.
Roman, kızımızın
hatırlama isteği, annesini tanıtması ve sonra biraz da kendinden bahsetmesi ile
başlıyor. Anlatım tarzını sevdim kızın ama tek sorunum yer, çevre tasvirlerini
çok yapmamasıydı –yani tam benim gibi etrafına çok dikkat etmiyor çoğunlukla. Göksaray
zihnimde canlanamadı bu yüzden ben de kendi kalemi kurdum. Ama hakkını
yemeyeyim bir Nahadoth’dan bahsederken ya da bir Sieh’i anlatırken gözleri pörtleyip
anlatıyor. Yani kendi çapında ;)
Kitap bana göre
baştan sona gizemlerle doluydu. İlk başta birçok şey tahmin edilebilirdi ama
kitap ilerledikçe bu azaldı. Göksaray öyle bir yer ki ne kimseye tam güveniyor
ne de tam olarak birini sevebiliyorsunuz. İçinde çok fazla sır ve pislik
barındırıyor. Yazar da sağ olsun her zaman bize önce gereksiz gelecek bilgileri
veriyor, sonra merak etmemizi ve tahmin yapmamızı istiyor, en sonunda yeter
olacak olsun dediğimizde de tahminlerimizin de üstüne çıkıp ağızlarımızı karış
karış açık bırakıyor.
Kızımız
annesinin ölümünü araştırırken bir yanda da bu yabancı yerde hayat mücadelesi
veriyor. Eee… kolay değil öyle ikisi de birbirinden beter rakiplerle taht
varisliği için yarışmak. Ama sizi sırf diken üstünde tutup gizem havuzunda
boğup tahmin oyunları yaptırmıyor. Kitapta yer yer kahkaha attığım,
karakterlere eriyip bittiğim ve kızı sarsıp kafasına bir tane çakmak istediğim
sahneler de oldu. Aslınca şu eriyip bitme olayı biraz daha fazla olabilir ama
öhöm…
Kitabı okurken
ilk başta anlatımı konusunda afallasanız da daha sonra alışıyorsunuz ve hoşunuza
gidiyor. Yazardan mı, aslından mı, çeviriden mi yoksa gizeminden mi bilinmez
bazen öyle cümleler vardı ki anlamakta zorlandım ama genel olarak çeviriyi
beğendim. Kitabı akıcı ve rahat okutuyor.
Olay
anlatılırken aralarda kız kendi kendine konuşuyormuş gibi geliyor size. Olayın
gerçeğini anlayınca da bazı yerlere dönüp tekrar okuma isteği oluşuyor. Düşününce
bu kesilmeler bir taraftan iyi bir taraftan da kötü. İyi yanı hem heyecanı
arttırıyor –ki yazar bunu bolca yapıyor- hem de bizi olacaklara hazırlıyor.
Kötü yanı ise bazen olayın en can alıcı noktalarında ve uzun bir şekilde olduğu
için arayı soğutma tehlikesi var. Yine de ben sevdim. Bana filmlerdeki
heyecanlı bir olayı kesip “bir yanda da şöyle oluyor” diye gösterdikleri ara
sahneleri hatırlattı :)
Kitabın
sonlarına doğru “eee her şey açığa çıktı ama daha bir sürü sayfa var, ne
anlatacak ya da daha ne olabilir ki” diye meraktan kendimi yedim. Yazar o kadar
bekletti ki son vurgunu artık karnıma “ha oldu ha olacak demekten” ağrılar
girdi resmen. Ama kesinlikle beklediğime değdi. Gelişen olayların bir kısmı
tahmin edilebilirdi ama çoğunluğu benim için karanlıktaydı yani her şeye
hazırlamıştım kendimi. Ama o karanlık yerler de okuyup dolunca fark ettim ki bu
kadarını beklemiyormuşum.
Biraz da
sevdiğim karakterlere göz atacak olursak;
Kızımız Yeine;
diğer karakterlere göre yaşça genç ama ne aptal derecesinde bir ergen ne de
abartılacak kadar zeki. O dünyaya uyacak derecede. Yetiştirildiği ve
öğretildiği kadar. Tabi ara ara Darr damarının tutmasını saymassak. Duyguları
değişken ilk başlarda, bu da akıl karıştırıyor ve tahmin edilemiyor.
Nahadoth;
kendisi her şeyiyle müthiş bir Karanlık Tanrı. Ne yaparsa yapsın ona bitmemek
elde değil. Kapılıp gidiyorsunuz ona hem de daha ilk karşılaşmada. Okudukça da
bitiyorsunuz kendisine. Ruh hali çok değişken ve birçok konuda gizemli. Ayrı
bir havası ve ayrı bir karizması var. Ne olursa olsun okurken bir parça hüznünü
hep hissediyorsunuz. Sanki mümkünmüş gibi onu daha çok sevdiriyor bu size.
Sieh; çocuk
tanrı tavırları, sempatisi, Yeine ile olan ilişkisi ve her şeyiyle beni
neredeyse Nahadoth kadar büyüledi. Karanlık Tanrı kadar olamaz ama o da farklı
bir biçimde bende yerini aldı. Sürekli Yeine’e sevgi duyması ve onun için
elinden geleni yapması beni gülümsetti. Onu sevmemek imkansız. Çok sevimli.
T’vril; esasında
diğerleri kadar göz önünde değil pek ama ben sevdim bu karakteri. Bir şey daha
ilk baştan çekti beni ona. Öyle bir Nahadoth ve Sieh kadar yeri yok ama
seviyorum işte. Kızımıza benziyor ve oldukça iyi biri. Eğer benim gibi
radarınıza girmişse geleceği öngörülebilir derecede.
Romanı
bitirdiğimde ve arkadaki sayfalarda yer alan terimler sözlüğü kısımlarını
okurken kendimi, sanki arkeolojik bir kazıda bulduğum eski medeniyetlere ait
kayıtları okuyan bir arkeolog gibi hissettim. Evet, ilk başta bu yeni ve
değişik dünya bize farklı geliyor ama roman bitince aslında o dünyayı ne kadar
benimsemiş olduğunuzu görüyorsunuz.
Kitabın devam
kitapları sanırım başka karakterle anlatılıyormuş ama bizimkilerden de çok kopmuyorlarmış.
Yine de öyle araştırma yapmadım. Bitirir bitirmez sıcağı sıcağına, o coşkuyla
yazayım dedim ve işte buradayım.
Şunu söylemessem
içimde kalır, sonra çatlar patlarım. Olmaz yani. Sevgili leydi Scimina, Sieh’e
yaptıkların için –ki Nahadoth’da unutulmamalı- Allah belanı versin, gerçek
hayatta Jason seni rahat bırakmazken, rüyalarında da Freddy seni sevsin(!), ve
sana son sözüm sonsuza kadar Richard’la yaşa ki Anita’cm da ben de rahat
edelim. Tüm içtenliğimle….
Ben kitabı çok sevdim
ve sizin de seveceğinize kesinlikle inandığım bir kitap. Okumanızı gerçekten
tavsiye ederim. Bir daha ki kitapta görüşmek üzere :)
4 comments
Bende çok sevdim bu kitabı, hele karanlık Tanrı... Tam bize yaraşır bir karakter.
İkinci kitabı sabırsızlıkla bekliyorum gerçekten.
Aynı duyguları paylaştığımızı bilmek güzel :) Bize de böyleleri bir denk gelmez O.o
Bende gerçekten bayılmıştım. Ama en çok Sieh'i sevimştim. :)
Sieh bende ayrı bir yere sahip. Ama sanşlısın Nahadoth diyorum. Biz Merve ile kapışırsak sen rakipsiz, havada karada Sieh'i kaptın :D
Yorum Gönder