ATHENA'NIN İŞARETİ (The MARK of ATHENA) by RICK RIORDAN | OLİMPOS KAHRAMANLARI SERİSİ 3


Tanıtım:

Annabeth dehşet içinde. Hera sağ olsun, altı aylık ayrılıktan sonra tam Percy'yle yeniden bir araya geleceklerken Jüpiter Kampı onlarla savaşa hazırlanıyor. 2. Argo, ateş püskürten gemi başı Festus ile birlikte ne yazık ki hiç de barışçıl bir görünüme sahip değil. Annabeth, JASON'ın güverteden Romalılara barış sinyalleri vermesini umuyor.

Ancak bu, tek sorun değil. Cebinde annesinin, her hatırladığında sinirlerini bozan hediyesini taşıyor: Athena'nın İşareti. Yedi melezi Ölümün Kapıları'na götürecek kehanet zaten ürkütücü. Bunun üstüne Athena ondan neden bu kadar tehlikeli bir görev bekliyor ki?

Ancak Annabeth'in en büyük korkusu, PERCY'nin değişmiş olması.
Ya Percy artık bir Romalı olduysa? Ya eski arkadaşlarına artık ihtiyaç duymuyorsa? Savaşın ve bilgeliğin tanrıçasının kızı Annabeth, doğuştan bir lider olduğunu biliyor. Ama yanında Yosun Kafa olmadan hiçbir yere adım atmak istemiyor.

Dört farklı melezin bakış açısıyla yazılmış olan Athena'nın İşareti, kadim topraklara, Roma'ya kadar uzanan efsanevi bir macera. Çok önemli buluşlar, insanı dehşete düşürecek fedakârlıklar ve akla hayale gelmeyecek korkular, kehanetteki yedi melezi bekliyor.

Buyurun 2. Argo'nun güvertesine, eğer cesaretiniz varsa...


Ait olduğu serinin üçüncü kitabıdır.
Sonu sebebiyle kalp sıkıntısı çekenler okumasınlar lütfen!

Tanrım! O nasıl bir son, nasıl bir bitişti öyle? O.O Eğer elimde devamı olmasaydı ve kitabı bir sene bekleyecek olsaydım, brrr... açıkçası düşünmek bile istemiyorum. Ve hayır, o kadar kötü değil. Daha da beteri! Rick kesinlikle bu sefer kendini aşmış ve acımazlığına yeni bir boyut kazandırmış. Bir kitap asla öyle bir sonla bırakıp bizi tam bir yıl boyunca sonrasında ne olacak diye bekletmemeli, böyle bir son kimse tarafından yazılmamalıydı. Yani vicdan sahibi kimse bunu yapmamalıydı. Ama bir kez daha yazarımız ne kadar acımasız ve yaptıklarından son derece zevk alan birisi olduğunu kanıtlıyor ve bizi elimizde o sonu okuduğumuz anda paylayan bir bombayla bırakıyor :(

Gözünüzü korkluttum değil mi? Gelin baştan neler olduğuna bakalım, zira kitabımız baştan böyle değildi. Yani bol gerilimliydi de bu son kadar değildi hiç biri. Neyse, hazırsanız başlayalım:

Her şey tam da ikinci kitabımızı bıraktığımız yerden ama bu sefer Annabeth'in gözünden 2.Argo gemisinin Roma Kampı'na gelmesiyle başlıyor. Ve evet, ilk kez Annabeth'in gözünden okumanın sevinci ve keyfini yaşıyoruz. açıkçası bu yazarımızdan oldukça hoş bir süpriz oldu ama kitabın adından da anlaşılacağı üzere bizi o kadar da şaşırtan bir durum değil. Yine de kimse bunun ne kadar muhteşem olduğunu inkar edemez tabi ;) Konumuza dönersek, sevgili Yunan tarafımız Roma Kampı'na gelince işler ilk başta iyi gidiyor aslında ama Gaia bu, her iki tarafın birleşmesini ister mi? Tabi ki de koca bir hayır! Bu nedenle ne yapıp ediyor ve gemiden kampa bir saldırı başlatıyor. Ve bunun sorumlusu da ne yazık ki bizimkilerin, şamar oğlanına dönen ve ne olsa üstüne yıkılan Leo'ya kalıyor. Tabi daha sonra neler olduğu açığa kavuşsa da çok geç ve iş işten geçmiş oluyor. Bunun sonucunda da hiç bir açıklama yapamadan sevgili 7 melezimiz apa topar 2.Argo'a bindiği gibi kamptan oldukça uzağa uçuyorlar -evet, deniz dışında havada gidebilen ve karaya da konabilen muhteşem bir gemi! *.* Uzağa uçuyorlar ama yine de tam kurtulamıyorlar çünkü Batı'ya, eski topraklara yolculukları hemen başlamıyor. Bir müddet daha Amerika'da kalmak zorunda kalıyorlar. Bu sürede de nereye gitseler Roma Kampı onlara -uyuz Oktavian kışkırtması sebebiyle- saldırının hesabını sorgusuz sualsiz bildirmeye çalışıyor. Hem Gaia hem gigantlar hem de Roma Kampı onlara engel olmak isterken yazarımız bunlarla da yetinmiyor kahramanlarımız eski topraklara gidene kadar nefes alacak vakit vermeden türlü tehlikelerle onları yüzleştiriyor. Ama tabi asıl olaylar eski toprakların sınırına vardıklarından itibaren başlıyor. Amerika'da yaşadıklarına tehlike mi diyorlardı, eski topraklar bundan bin kat daha beter. Neredeyse her saniye zorlu ve sürü halinde bir sürü düşman dinlenmelerine vakit vermeden, bir karadan bir denizden gitseler de, onlara saldırıyor ve göz açtırmıyor. Tüm bu zorluklara rağmen nihayet Roma'ya varıyorlar, tabi yolda birkaç kez tamamen yok olma ya da esir alaınma tehlikesini de unutmamak gerek. Ahh, aklıma gelmişken, bunca zorluğun arasında bir de Annabeth diğerlerinden ayrı yürüyerek tek başına Athena'nın İşareti'ni izlemek zorunda. Diyebilirsiniz ki "gigantları yenmekten, Gaia'nın uyanmasını  engellemekten daha önemli ne olabilir?" Eh, eğer Annabeth görevi tamamlayabilirse iki kamp birleşecek ve savaş için bir umut olacak demek. Tabi tek sorun bu da değil, Nico'nun hiç vakti kalmadı ve akşama kadar onu bulmazlarsa ölmüş olacak. Melezlerimiz için sıradan bir gün öyle değil mi? Ta ki Gaia da oyuna Roma'daki hazırlıklarıyla karar verene kadar. İşte işler o zamandan itibaren tam bir karmaşaya, yürek hoplatmaya ve daha kötüsüne dönüşüyor O.O Sizce kahramanlarımız Nico'yu zamanında kurtarıp Ölümün Kapıları kapatabilecekler mi? Peki ya Annabeth, görevi tamamlayabilecek ve hem melezler hem tanrılar hem de savaşın seyri için birliği sağlayabilecekler mi? Peki ya Gaia, kurduğu planları başarıya ulaşabilecek mi? Kahramanlarımızı nasıl bir son bekliyor? En önemlisi, yazarımız o sonu yazdıktan sonra vicdanı hiç mi sızlamadı!?! Hepsi ve çok daha fazlası için kitabımızı okumayı, maceraya son sürat devam etmeyi sakın unutmayın ;)

Kitap gerçekten çok iyi olsa da yazar bizi sık sık gerek tanrılar gerek melezler gerekse de olaylar aracılığıyla bolca sinir etmeye tam da bir önceki kitapta kaldığı yerden son sürat tam formda devam ediyor -_- Her ne kadar sonradan düzelse de ilk başlardaki Hazel yüzünden oluşan Leo-Hazel-Frank gerginliğine çok sinirlendim. Herkes benim kimsesiz Leo'ma çöküyordu ve o neler olduğunu anlamıyordu bile. O kısımlar da sürekli bir sinir krizi geçirdim ama sonlarda sorunların çözülmesi kesinlikle iyi oldu :) Ahh, bir de yazar keşke şu Oktavian denen zararlı yaşam formuna da son verse ne iyi olurdu *.* Tabi bir de artık alışkanlıktan yadırgamadığımız Tanrı-melez sorunları vardı. Bir yerde Lukeun eski sözüne bir kez daha katılmak kendimi alamadım ;) Ve sorun değil ama, başlarda size kitabımız yavaş gibi ya da geçiş kitabı gibi gelebilir. Bu konuda söyleyebileceğim tek şey; Roma'ya ayak basmayı bekleyin :D

Sevdiğim zilyon tane şeyden seçmecelerine gelirsek de... başta kesinlikle Annabeth ve Percy kavuşması diyorum. Ayyy, o kadar muhteşem ve harikuladeydi ki orada olup o anı görmek isterdim. Çünkü kesinlikle görülmeye değer bir andı :) Ki kitap boyunca Percabeth anlarının hepsi öyleydi ama orasının yeri kesinlikle ayrıdır <3 Yazarımız bu kadar kalabalık bir kadroyu ve çoklu bakış açısını hikayeye gerçekten de çok iyi bir şekilde uydurmuş. Okurken bir sıkıntı çekmiyorsunuz daha önceki kitaplarda olduğu gibi, üstelik Annabeth açısından okumak da kitabı daha güzel kılıyor kesinlikle! Bunlar dışında bir de şu şaşırtmaları sizi gerçekten canlandırıyor. Çünkü diğer kitaplardan daha ani bir biçimde işler değişebiliyor. Tam her şey yolunda derken ya da tuzak riskini elemişken bam! yazarımız bizi bir kez daha şaşırtmayı başarıyor, üstüne bir de gelecek için daha da gergin ve endişeli olmamızı sağlıyor. Tabi her zaman böyle olmuyoruz, sevgili Rick bizi gafil avlamak adına yer yer bizi kahkahalara boğarak zayıf düşürmeyi ve keyif aldırmayı da ihmal etmiyor. Ama bence asıl başarıyı ve zevki hiç şüphesiz o sona saklıyor ve bizi de diğer kitaba geçmek için taze ete susamış bir zombi kadar aç ve yırtıcı bırakıyor ;)

Vaavvv, ne kitaptı cidden :D Şu an diğer kitaba hem geçmek hem de geçmemek istiyorum. Çünkü daha son kitap çıkması ve kitap bittiğinde nasıl dayanabileceğimi kesinlikle bilmiyorum! Ama o sondan sonra da bekleyebileceği mi sanmıyorum :( Yani Rick bir kez daha tam 12'den vurdu -_- 

Kendinize ve kitaplarınıza iyi bakın, bir sonraki yorumda yani dördüncü kitapta görüşmek üzere :) Bu arada serinin diğer yorumlarını okumadıysanız aşağıdaki linklere tıklayarak ulaşabilirsiniz...


Yorum Gönder