KARANLIK ATEŞ (DARKFEVER) by KAREN MARIE MONİNG







Tanıtım:
Karanlıktan korkar mısınız?
Hiçbir şey göründüğü gibi değildir ve yeri geldiğinde insanlar gördüklerine de inanmamalıdır...
Güzel, akıllı ve normal biri olmak, görünürdekinin gerçeğini ortaya çıkarmaya yeter mi bilinmez ama MacKayla bu özelliklere sahip bir kadın olarak gerçekler için çaba sarf edecektir.
Tek amacı, diğer tüm normal insanlar gibi mutlu ve sade bir hayatı varken kardeşinin öldürülmesi ile mantıklı bir açıklama getiremediği tuhaflıklara son vermekti.
Anne ve babasına olan sadakatini çiğneyerek kardeşinin katilinin peşine düşen Mac, İrlanda'ya gider. Çıktığı yolculuk, onu hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı, iyi ile kötünün aynı derecede tehlike yarattığı karanlık bir dünyaya sürükler. Kısa süre içerisinde ise daha da büyük bir meydan okumayla karşı karşıya kalır: Sahip olduğundan haberdar bile olmadığı gücünü insanlık âleminin ötesindeki, tehlikeli Fae âlemini görebilme yeteneği kullanmayı öğrenir ve istenilenden çok daha uzun bir süre hayatta kalmayı başarır.
Her hareketi, geçmişi olmayan ve Mac'in hayal ettiği gelecekle alay eden bir erkek olan karanlık ve gizemli Jericho tarafından gölgelenir

Ateş Serisi 1. Kitaptır

Kitap daha önce okuyup beğendiğim bir kitaptı. Genelde kapaklara çok takılmam ama bu serisinin kapaklarını sevdim. Bu yüzden orijinal kapak çıkınca hemen iki kitabını da sipariş ettim. Daha önce okusam da sanki hiç okumamışım gibi. Hatırlamadığım öyle yerler var ki kendime kızdım ama neyse bunları değil de kitabı konuşalım :)


Kitap okuduğum diğer bir çok seriye göre farklıydı çünkü bir günlük gibiydi ama aslında tam öyle değildi. Bazen geçmiş ve gelecek birbirine geçiyor, kızımız gelecekten daha önceki yaptıklarını yorumlayıp bilgilendiriyor bizi. Bu şekilde yazmak iyi ve kötü. Çünkü okurken ilerisi için bilgi almak heyecanlandırıyor ama okurken birden kesilmek bazı yerlerde gereksizdi. Aksiyon sahneleri bolca vardı ama beni sinir eden kısım –tabi son kısımlarda bir yer hariç- düşmanla yüz yüze gelip adam gibi kavgaların olmamasıydı. Daha çok yapacaklarını yaptılar ve ortamdan kaçtılar. Sanırım bunun nedeni kızımızın öyle bir duruma hazır olmaması ve daha birinci kitapta olmamızdı. Ama son kısımdaki yer ilerideki kitaplar için umut vericiydi.


Küçük bir kasabada sakin ve huzurlu bir hayatı olan MacKayla’ya gelen bir telefonla tüm hayatı değişiyor. Çok sevdiği ve biricik kız kardeşi Alina öldürülmüştür ve ölmeden önce kızımıza bir mesaj bırakmıştır. Bu mesaj ve yaşadığı üzüntü kızımızı kız kardeşinin intikamı için Dublin’e getiriyor, öldürüldüğü yere. Hikaye zaten bundan sonra başlıyor. Kızımız Alina’nın intikamı ve garip mesajını araştırırken tüm dünyası ters düz oluyor, güvenli hayatı birden puf diye uçuşuyor. Çünkü Dublin’de aslında olmaması gereken, efsanevi kötü yaratıkların yaşadığını öğreniyor. Öğrenmekle kalsa iyi bir de öldürülmekten kıl payı kurtuluyor. Hepsi de ne için, yazılışını bile bilmediği “şi-sa-du” diye bir şey ve aslında görmemesi gereken yaratıklar için!


Hiç mi iyi bir şey olmuyor derseniz hemen size var derim. Ben  derim de Mac der mi orası meçhul! Çünkü ben sevsem de Mac pek “o”nu sevmiyor. Daha doğrusu sevmemek değil de güvenmiyor. O kim mi? Tabi ki de yakışıklı ve ultra gizemli, bask ve kelt soylarından gelme, kitapçısı olan ve bu tip ıvır zıvır dışında bir şeyini bilmediğimiz Jericho Barrons… Kendisi başta kızımızı bilmediği şeyler ve bu kötücül dünya konusunda uyarsa da Mac’in gitmeye niyeti olmadığını ve en önemlisi kızımızın kendi işine yaradığını görünce onu bırakmıyor. Yani hayır romantik bir prens değil! Peki ne derseniz, dedim ya daha önce ultra gizemli biri. Sözün kısası ben de bilmiyorum. Mac mi? Hele o hiç bilmiyor. Ben onu bu kadar yersem de arada, hani kırk yılda bir yapılan iyilikler gibi yaptığı şeyler oluyor –kızımızın hayatını kurtarmak gibi…


Bir de V’lane var ki sormayın. İyi mi kötü mü kara veremiyor insan. Sanırım bunun nedeni bir fae olması ve bizden çoook farklı bir dünya bakışına sahip olması. Yaptığı tüm şeylere rağmen bir parça seviyorum onu. Mac seviyor mu derseniz, üzgünüm bunu da sevmiyor. Tüm fae’lerden nefret ediyor ve her ne kadar etrafında yakışıklılar olsa da kızımız da tık yok. Ki zaten bu tip şeyler için ayıracak vakti de yok. Malum, kızımız hayatta kalmaya çalışıyor.


Bu kitapta en çok kime sinir oldum sorusunun yanıtı Mac’in karşısına sürekli çıkan ve onu olur olmaz şekillerle uyaran yaşlı bir teyze ve Fiona. Onlar da kim derseniz ben de hemen alın kitabı okuyun derim. Ve bu sefer ki yazımda çok bilgi vermediğimi biliyorum ama kitap o kadar dolu ki ne anlatayım şaştım. Yani evet, kitap okunması gereken bir kitap ve seri hem görsel hem de –edindiğim bilgilere göre- yaratılan dünyasıyla okunması gereken bir seri. Ki hali hazırda üç kitabı çevrildi. Orjinalinde ise seri bitti ve seride gözüken Dani isimli bir kızın hikayesini anlatan, devam tarzında yan serisi de var.


Şundan da bahsetmezsem olmaz. İlk kez okurken bir kitaba, sevdiğim yerleri ya da tekrar okurken dikkat edilesi yerleri göstermek için küçük yapışkan kağıtlardan yapıştırdım. Rengarenk ve çok hoş oldu. Şimdi yazarken de onlara bakıyorum ve böylesi daha kolay oluyor. Nerede gördüğümü bilmiyorum ama gördüğüm kişiye teşekkürler :)



Serinin ikinci kitabını en kısa zaman da okuyup yorumlamak istesem de okuldan fırsat kalmıyor ne yazık ki. İyi ki hafta sonları var işte… Bir dahaki buluşmamıza kadar kendinize iyi bakın!




Yorum Gönder