4. GÜN | FOSFORLU CEVRİYE by SUAT DERVİŞ | ALINTILAR


Herkese Foforlu Cevriye blog turumuzun 4. ve son gününden merhabalar :)

Bu son günde sizlerle öncelikle bugünkü takvimimizi, daha sonra kitabımıza dair alıntılar ve son olarak da çekiliş için rafflecopter'ı paylaşacağım :D


Tur Takvimi:

05.10.2013

Selim İleri ile Suat Derviş Söyleşisi: Tuğçe'nin Kitaplığı  

Yorum: Yorum Durağım

Kadim Büyülerde Fosforlu Cevriye: Kitapların Tatlı Cadısı  

Alıntı: Kördüğüm Hayaller


Tur takvimimizi de görükten sonra sıra alıntılarımızda:

***

 Karakolda ayna vardı.
Güzelliklerini burada seyrediyorlar, çirkinliklerini bu aynada tashih ediyorlardı.

***

Öksüzün, yetimin, kimsesizin biriyim. Âdeta mantar gibi bitmişim.

***

"Taşına toprağına kurban olduğum İstanbul!" diye düşündü. Eğer ağlamasını bilseydi… ağlardı belki. Havada sanki bir başka koku ve bir hafiflik var gibiydi. Sanki her taraf insanın yüzüne gülüyor, her köşesinden aşina (tanıdık) bir çehre çıkıp onu selamlıyor gibi bir his vardı.

***

Köşede epey uzakta bir sokak lambası vardı. İşte, bu ışık saçlarına vurmuş ve saçlarının üzerindeki toz halindeki ıslaklıkta binlerce minik yıldızcık yaratmıştı. Polisler onu bundan fark etmişlerdi. Zaten ilk defa polise düşüşü de aynı şekilde olmuştu. Yine kaçıp saklanmış, fakat saçlarının üstündeki yıldızcıklar onu ele vermişti. Onu ilk yakalayan şişman ve yaşlı bir komiserdi. O gece ona doğru çevirdiği elektrik ışığı saçlarına çarpıp böyle bin bir ışık yaratınca, “Burada bir fosforlu var,” demişti. “Kalk bakayım oradan Fosforlu!” İşte, o gün bugün ismi Fosforlu Cevriye’ydi.

***

O zayıf ve hasta adam herhalde benim babamdı ben bunun için hala onu hatırladıkça seviyorum. bir gün o köprü altında öldü. O adam babam olmasaydı, beni o kadar sevmez, bana o kadar iyi bakmazdı. Sultan gibiydim o varken. Bana sıcak sıcak kestaneler alırdı. Kendi yemez, bana yedirirdi. Yattığımız zaman göğsünü açar, üşüyen ayaklarımı göğsüne sokar, bütün ceketi, paltosu, nesi varsa, hepsini üstüme örterdi. Soğuğa karşı beni kendi vücuduyla muhafaza ederdi.

***

Cevriye’nin bütün hayatı esasen tanınmayan, uzak, yabancı ve meçhul insanların, hüviyetleri bilinmeyen kimselerin arasında geçmişti. Onun ismi daha bilinmeyen, hayatı tanınmayan bir adam olmasının hiç önemi yoktu. O bu koskoca İstanbul’da kimin hayatını, mazisini, ismini tanırdı. Yolunun üstüne çıkanlar sadece insanlardı. Ve insan olmaları Cevriye için yeterliydi.

***

Evet, kendisini verdiği erkeklerin isimlerini, sayısını, yüzlerini bilmeyen bu sokak kızı, “Fosforlu Cevriye” şüphesiz ki kendisine bir tek gün bir sokak kadınına bakar gibi bakmamış veya baktığını göstermemiş olan bu adamın karşısında, eline erkek eli, yüzüne erkek gözü değmemiş bir bakire kadar mahcup ve temiz oluyordu.

***

Onun kendisini sevmediğini bildiğini, sevmeyeceğini anladığı halde, onun hayatında bir başka kadının bulunmasını ihtimalini en kötü bir felaket olarak karşılıyordu. Bunu öğrenmek istiyordu. Var mıydı? Yok muydu?

***

Onu kıskanmaya hakkı yoktu. Onu böyle ölesiye, böyle köpek gibi sevdiği halde, onun tarafından sevilmeyi istemeye ve sevilmediğini anladığı zaman, kıskanmaya hakkı olmadığını biliyordu. Bu acı bir şeydi. Şimdiye kadar bilmediği böyle bir ıstırabı öğrenmekte de bir lezzet vardı. Ondan gelen her şeyi seviyordu. Bu ıstırabı bile…

***

Bizim için özel bir anlamı olan ve edebiyatımızda önemli bir yeri bulunan kitabımıza yaptığımız turumuzun sonuna geldik :( Umarım turumuzdan keyif almış ve kitabımızı okumak için sabırsızlanıyorsunuzdur! Eğer öyleyse sizi çekilişimize alalım... 

Kendiniz ve kitaplarınıza iyi bakın!
Bir dahaki turumuzda görüşmek üzere ;)

a Rafflecopter giveaway

Yorum Gönder